Savaş Dönemi ve Bu Dönemin Kırgız Edebiyatına Tesiri

 Esasında büyükler, küçüktür. Siyasete ve savaşlara, uygulanan politikalara, atılımlara ve söylenilen sözlere bakınca bu sözümü daha iyi anlayacaksınızdır.

 

Hatta “yukarı mertebeli” kişilere göz atmanıza gerek bile yoktur çoğu zaman. Salt aile yapınızın içerisinde bile sizden yaşça büyük olanların esasında ne kadar da çocuk olduğunu, dikkatli bakacak olursanız fark edeceksinizdir.

 

İnsan, tabiatı gereği romantik bir varlıktır. Onu çocuk tutan ve ona ilham veren şey romantiklik özelliğidir. Yaşı 5 de olsa 75 de olsa bu böyledir, değişmez. Eh, hâl böyleyken, savaş da kaçınılmaz olur. Toplumların bir arada tutulması çok zordur, çünkü her insan kendi içinde ayrı bir dünyadır. Eğer insanların içlerindeki dünyayı fethedemezseniz, varlığınız tehlikeye girer. Belki de insanlar, romantik olmaya, kaçınılmaz bir tağdırla bağlılardır?..  Eskilerde bir tabir vardır, duymuşsunuzdur: kılıcın fethettiğini ancak kalemle ihyâ edebilirsiniz, diye… İşte, “Bir ya da birkaç romantik fetheder, bir ya da birkaç romantik ihyâ eder.” faslımız burada başlıyor… Fakat es geçmememiz gereken bir şey daha vardır ki, o da o birkaç romantiğin aynı zamanda ihyâ etmediği, hem de “tuttuğu”dur. Yani şöyle, eli kalem tutanlarımız hem ihyâ ederler, bayındır hâle getirirler, hem de bulunulan birliği düşman hücumlarına karşı muhafaza etmeye çalışırlar…

 

Söylemeye çalıştığımız şey umarım anlaşılıyordur… Sözü, Doğu Cephesi’ne getireceğim.

 

Bir vakitlerin romantik adamları Hitler ve Stalin’in önderliklerinde, Orta, Doğu, Kuzeydoğu (Baltıklar) ve Güneydoğu (Balkanlar) Avrupa topraklarında gerçekleştirilen savaşlarda her iki taraf da çok fazla kayıplar vermişlerdir. Kaldı ki Hitler’in ordusunun içerisinde sadece Almanlar bulunmuyordu, ona katılan diğer etnik kökenlerden insanlar da İkinci Cihan Harbi’nde hayatlarını kaybetmişlerdi. Naziler, Sovyet topraklarına saldırdıklarından sonra, bu girişimlerini “Rusya Harekâtı” diye adlandırıyorlar, Ruslar ise gerçekleşen bu savaşlara “Büyük Vatanseverlik Savaşı” diyorlardı.

 

Ve yine aynı şekilde, Rusların ordularında da yalnızca Ruslar değil, mesela Kırgızlar da dahil pek çok Türkî kavimden insanlar bulunuyordu. Rusların, Türkistan’ı işgal ettikleri yıllardan beri Türk kökenli insanları cephelere getirip ileri sürdüklerini çok iyi biliyoruz.

 

Bu yıllarda, yani 1941 ve 1945 yılları arasında, Sovyet dairesi içerisinde bulunan tüm halklar, gerek zorlanarak olsun gerekse hoşnutsuzlukla, mecbur kılınaraktan, Nazilere karşı Sovyet birliklerinde yer alıp mücadeleler vermişlerdir. Yani “Büyük Vatanseverlik Savaşı”nı yalnızca Ruslar vermemiş, birazdan ele alacağımız Kırgız toplumu da bu mücadelede gerek kan gerekse ter dökmüştür. Öyle ki, Kırgızların içinden yazar ve şairlerden de savaşa gidenler olmuş, ve o sanatçılarımız, vardıkları yerden geri dönememişlerdir… Bu sanatçılara; T. Ümötaliev, C. Mavlyanov, U. Abdukaimov, R. Şükürbekov, ve T. Şamşiyev örnek gösterilebilirler.

 

Mesela bir başka Türk soylu yazar, Baymirza Hayıt, Ruslar tarafından memleketi Özbekistan’dan alınıp savaşın ortasına sürülmüş, ve burada Almanlara esir düşmüştür. Sonraki yıllarda Hitler, Ruslardan esir aldığı Türk soylu askerleri, Sovyetler Birliğini parçalamak maksadıyla oluşturduğu “Türkistan Lejyonu”nda bir araya getirmiş ve Baymirza Hayıt da bu lejyonun başını çeken isimlerden biri olmuştur. Hayıt, daha sonraki yıllarda Amerika’ya gidecek ve savaş dönemi anılarını yazarak, yaşadıklarını bizlere kitapları aracılığıyla aktaracaktır.

Anlayacağınız, İkinci Cihan Harbi, Türkistanlı soydaşlarımızın hususi tarihlerinde, can alıp can verdikleri için önemli bir yer tutar.

20. yüzyılın ikinci çeyreğinde, parça parça gerçekleşen bu savaşlarda sanat da doğal olarak politikadan ve siyasetten nasibini almıştır. Her iki otoriter taraf da kendi varlıklarını güçlendirecek ve sağlamlaştıracak türden eserler yaratılmasını istiyorlardı. Öte yandan, o devrin sanatçıları da ister istemez içerisinde bulundukları durumu yansıtan eserler icra ediyorlardı. Kimi sanatçılar, Hitler önderliğindeki Nazi Almanyası’nın propagandasını yapan işler ortaya koyuyorlar, kimileriyse Büyük Sovyet Camiası’nı ululayan yapıtlar yaratıyorlardı.

 

İki tarafın güttüğü fikirler kadar sanat yaparken yararlandıkları fikirler de birbirinden oldukça farklıydı. (Ele alınan dönemde) Örneğin Nazi tarafında sanatçılar, antikomünist iken, Sovyet sanatçısı komünist idi.

 

Her iki taraftan olmayıp, tarafsız olup, savaş karşıtı görüşlerini paylaşan sanatçılar da yok değildi. Fakat tarif etmeye çalıştığımız şey, o günkü dünyada, sanatçıların, İkinci Cihan Harbi’nden bağımsız olarak sanat icra edemeyecek oluşlarıdır. Yaratılan eserler, 1940-1950 dünyasının etkisinde kalmış sanatçıların eserleridir. İnsanlığın vaziyetini, kendi iç dünyalarını ve ağa-babalarının dünyalarını her bakımdan yansıtmışlardır.

 

Bazı yazar ve şairler, bizzat cephedeyken eser vermişlerdir.

Cepheye, kendi yazar ve şairleri de alınan Kırgızlar (Tabii kendileri sanatçı olduğu için değil, insan oldukları için, elleri silah tuttuğu için alınıyorlar), aslında kendi aydın takımlarının, gözler önünde, savaşlarda yok edilmesine de bizzat şahit oluyorlardı. İlerleyen yıllarda Alıkul Osmonov, Cusup Turusbekov, Comart Bökönbayev ve Aalı Tokombayev gibi ünlü yazar ve şairler, savaş temasını kendi eserlerinde bolca işleyeceklerdi. Bilhassa savaşa giden insanların ailelerinden ve dostlarından ayrı kalışları, çok içli sahnelerle gösterilerek, tiyatro oyunu vesilesiyle halka sunulmuştur. Kırgız toplumunda televizyon ve radyo henüz yaygınlaşmamışken, şairler, kendi kurmuş oldukları sanat dernekleri ve yapılanmalarıyla birlikte organizasyonlar düzenleyerek, eserlerinin özellikle tiyatro oyunu olarak sergilenmesini sağlıyorlardı. Misal veriyorum, bu kitapta ele alınan “Kim boldu eken?” nesrinin bir de nazım şekli vardır. Şiir olarak, biraz daha farklı bir hâli yayımlanmışken, bu eser, Osmonov tarafından p’esaya da uyarlanmıştır…
  

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Çepni Serhat Öztürk Kısa Biyografi

Çepni Serhat Öldü