DOKUZUNCU DEFTER - 25.02.2024 (ŞAİRLİK VE ŞİİR)

 

Önceki gün, fakültemizde öğretim görevlisi olarak çalışan bir kişiyi (hocayı), ziyaret ettim.

Aslında, kapısının önüne vardığımda, biraz tereddüt etmiştim. Hatta gerisin geri bile döndüm…

Fakat sonra, yine aynı şeyleri duyacağımı ve artık o tarz sözlere alışmış olduğumu, hiçbir şey kaybetmeyeceğimi ve hatta istersem eğlenebileceğimi hatırıma getirerek, tereddüdümü bir nebze olsun aşabildim ve odanın kapısını tıklatarak, içeriden bir onay sözcüğü beklemeye koyuldum.

Kısa bir süre sonra, hoca, gel, dedi. Girdim. Kendisini yeterince tanımıyordum. Suratını, eşkâlini de bilmiyordum. Bundan ötürü, ilk olarak “Siz Melih Erzen misiniz?” diye sordum. Gülerek, evet benim, dedi. Bana yer gösterdi, otur, dedi ve ben de bana gösterilen yere yerleşerek, konuşmayı başlattım.

Hoca takımının, hele edebiyatçıların ve şuaranın kibrini, vakitsizliğini çok iyi bildiğimden, direkt konuya girdim.

    Fakültemizde, şair bir hocamız varmış, dikkatimi çekti, gelip tanışmak istedim hocam. Şiir yazıyormuşsunuz.

 

    Eh, şairiz kardeşim… (Güleç bir yüzle ve memnun olduğunu belli eden bir ifade takınarak)

 

    İşin doğrusu, edebiyat bölümünde görev alıp, aynı zamanda şiirler yazan bir hocayla karşılaşmak beni çok mutlu etti… Edebiyatla onca sene hemhal olup da şiir yazmamak, bana çok garip geliyor. Örneğin, klasik Türk edebiyatı dersimizin hocası, Ferudun Hakan Özkan, bana göre, harika bir eğitmen. Hem, onun sayesinde, şiire dair çok şey öğrendik ve öğrenmeye devam ediyoruz. Fakat, bu hocamıza, “Şimdiye kadar hiç şiir yazmadınız mı?” diye soracak olsam, “Hayır, yazmadım.”, cevabını alıyorum… Ben buna inanamıyorum. Şiir hakkında o kadar hüküm keseceksiniz, yargılarınız olacak fakat tek bir mısra bile yazmayacaksınız öyle mi? İnanamam. Birkaç kez, bunaltacak derecede, “Hiç mi şiir yazmadınız, nasıl olur?” diye sorular yönelttim ama en sonunda, hocamızın sert bakışlarına maruz kaldım. Sonra da sormayı bıraktım. Ve şimdi, sizi görünce hem çok mutlu oldum hem de merakım kat be kat arttı. Evet hocam, size soruyorum, bir insan, onca sene edebiyat alanında okumalar yapar, kendisini yetiştirir de nasıl olur da şiir yazmaz? Tek bir tane bile yazmaz mı? Anlam veremiyorum. Hocamız acaba kendisini aşağı mı görüyor? Onca şairi okuduktan sonra, o kadar görüp geçirdikten sonra, şiir yazacak olsa, kendisini hadsiz olarak mı görmeye başlar? Düşünüyorum bütün bunları… Yani, Türk edebiyatında, hangi dönemde yaşamış olursa olsun, herhangi bir şairin şiirlerini çok beğenmiş olacak ki, o şairin şiirlerinin yanında, kendi yazacağı şiirler, bir hiç olarak kalacaktır… Acaba bu gibi düşüncelerden ötürü mü bu meşgaleden geri duruyor?.. Merak ediyorum…

Kısa denecek bir sürede, hararetli şekilde konuştuktan sonra, sözü “şairimize” bıraktım. Konuşurken, benimle göz teması kurmuyordu. Şairliğin doğuştan gelen bir şey olduğunu, Allah vergisi bir yetenek olduğunu söyledi ve ekledi: Şiir, gelir. Sonradan, oturarak, tasarlanarak şiir yazılmaz. Yani, yazılır da… Ben ona şiir demem.

“Ben ona şiir demem.” Kısmını duyduktan sonra fena halde kahkaha atasım geldi, içim içime sığmıyordu, eğlenmeye başlamıştım.

    Mesela bir hocamız vardı, bir gün bana “Ben de şiir yazıyorum.” dedi, güldüm. Kendisine, “Hocam, bilginiz var, donanımlı bir insansınız fakat oturup yazmayla şiir yapılmaz, şiir, yapılacak bir şey değildir.” dedim. Sonraki gün, yazdığı şeyi getirip gösterdi, ki hiçbir tarafı şiire benzemiyordu.”

Başımı, onun sözlerini onaylarcasına sallıyor ve “hım, hıhım… Ha… Evet, evet.” Diyordum.

Nasıl da hoşuna gidiyordu!..

Hemen sözü aldım ve şiirin hiçbir kalıba sığmayacağını, şairin kısıtlanamayacağını, tek bir şiir tanımının olmadığını kendisine hatırlattım. O andan itibaren suratı değişmeye başladı.

    Tabii, haklısın, öyle ama… Bu arada, seni tanıyalım, kendinden bahsetmedin.

Gerçekten de kendimi tanıtmamıştım. Odaya girdiğim andan itibaren direkt meseleye girmiş, adamı sorularımla ve konuşmamla şaşkına çevirmiştim. Sözlerim, birbiri ardına inen yumruklar gibiydi. Hoca, afallamıştı.

    Ben, Serhat Öztürk. Çağdaş Türk lehçeleri ve edebiyatları bölümünün lisans programı, 1. sınıf öğrencisiyim.

    Haa, öyle mi, ne güzel…

    Evet…

Sohbetimizde bir boşluk, duraksama olmasını istemiyordum, devam ettim.

    Sizin adınızı, yemekhanede yemek yerken, yüksek lisans öğrenimine devam eden bir öğrencinizin elindeki kitaptan öğrendim. Şans işte, sarışın bir hanımefendi -yaşça benden büyük-, tam karşımda yemek yiyordu ve ben de sınıf arkadaşımla Kazakça üzerine sohbet ediyordum… Biz, Türk ülkelerinin durumunu tartışırken, hanımefendinin dikkatini çekmiş olacağız ki, bize hemen bölümümüzü sordu… Böylelikle, biz kendimizi tanıttık, o da kendisini tanıttı ve sohbetimiz uzayıp gitti… Kadın, yanındaki sandalyeye, çantasını ve birkaç kitabını koymuştu. Kısa sürede oluşan samimiyetimize dayanarak, okuduğu kitabın ne kitabı olduğunu ve yazarının adının ne olduğunu sordum. Ve Melih Erzen’i, yani sizi, ilk defa orada keşfettim!..

 

    Yaa!

 

    Yaaa! Öyle işte!.. Kaç vakittir sizi ziyaret etmek, görmek istiyordum. Bugüne nasipmiş!.. Biliyor musunuz, ben de şiir yazıyorum.

 

(Suratı büsbütün değişti, aşağılayıcı bir gülüş savurdu.)

    Bak Serhat kardeşim,

O, sözlerine devam ededururken, ben, telefonumdan, biraz sonra ona göstereceğim şiirleri açmaya çalışıyordum. Maksadım, kendisini düşünceye itmekti. Konuşmasının bitmesini bekledim. Bu kişiden, şiire dair öğrenebileceğim hiçbir şey yoktu. Ben, sanatımın ve şairliğimin yetkinliğine, Bişkek’te, 2022 yılında erişmiştim.

    Hocam, ben, her seferinde, çevremdeki şair adaylarına şunları söylüyorum: İyi şiir için, çok şairin, pek çok şiirine kulak vermeli. Yani, bakınız, ben, şimdiye kadar o kadar çok şaire göz attım ki, o kadar çok şiir gördüm ki, artık hiçbir şekilde, şiirin tek bir tanımının olduğuna inanmıyorum. Birazdan, size birkaç şiir göstereceğim ve düşüncelerinizi paylaşmanızı rica edeceğim… Yani sizin, şiir böyledir, şiir şöyledir tanımlamalarınıza katılmıyorum. Hele hele, “Şiir, oturup tasarlanarak yazılmaz, şiir, gelir.” sözlerinize hiç mi hiç katılmıyorum! Şiir ve şair, sizin kafanızdaki yargılara sığmaz. Şimdi size, Cahit Zarifoğlu’nun bir şiirini göstereceğim. Bakalım ne diyeceksiniz!

Oturduğum yerden kalkıp, Melih’in masasına yaklaştım. Telefonumu kendisine yaklaştırıp, şiiri gösterdim.

Sensizlik

Benim şiirim…

Cahit Zarifoğlu

Şiir bu kadardı. Melih -HOCA-, suskunluğa bürünmüştü, düşünüyordu… Bir de İlhan Berk’in şiirlerini kendisine okutsaydım, acaba hâli nice olurdu?.. Veya Oruç Aruoba’nın şiirlerini getirip onun önüne koysaydım, acaba suratı nasıl bir hâl alırdı?

    Size, bir de benim şiirlerimi göstermek isterim, hocam!

    Olur.

    Olur ya!.. Bir de siz, beni müteşair ilan edin! Hah-hah-ha!

 

Çepni Serhat ÖZTÜRK,

ÇUBUK-ANKARA.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Çepni Serhat Öztürk Kısa Biyografi

Çepni Serhat Öldü